"Unutulmaz bir yılbaşı yaşadık, zaten niyetimiz de buydu..!"

unutulmaz-bir-yilbasi-yasadik-zaten-niyetimiz-de-buydu

İzmir-İstanbul yolu yılbaşında bir kapandı, pir kapandı.. Yılbaşı tatili için yola çıkanları, hayal ettiklerinin çok dışında bir yılbaşı tatili bekliyordu. Pınar Kaftancıoğlu da Nazilli'den yola çıkmıştı. 52 saat süren unutulmaz yılbaşı tatilini yazdı. Pınar Kaftancıoğlu kim mi? Google'e bir bakın isterseniz. Bakalım kim çıkacak..!


04 Ocak 2015 00:00

"Yeni seneye farklı, unutulmaz, memleketimi en güzel şekilde göreceğim ve kızım İpek'e göstereceğim bir yerde; Doğu Ekspresi'nin yataklı vagonunda gireceğimi yazmıştım ya... Ufak tefek detayları saymaz isek öyle de oldu. Şöyle oldu:

Doğu Ekspresi'ne İstanbul'dan binecek idik. Planım oğlumu falan görüp trene binmek ya... Pazartesi sabahı çiftlikte size gidecek paketler hazırlandı, işler bitti, Salı sabahı İpek'i alıp Nazilli'den İstanbul'a doğru çıktım yola. Elbette araba ile... :) Hava epeyce soğuk ama vız gelir. Araba rahat, sıcak falan... Neyin gelmekte olduğunu pek anlayamadık.

Akhisar'a yaklaşıyoruz

İzmir'den geçerken bir kız arkadaşımı daha aldık yanımıza, devam ettik. Manisa'yı geçerken yol kenarında kar birikintilerini gördük. Dışarıda sıcaklık sıfır'ın altına düşmeye başladı yavaş yavaş. Klima havasından boğulan ve sürekli camı yarı açık giden bendeniz kapatmak zorunda kaldım camı. Öyle öyle Akhisar'a yaklaşırken yağmakta olan kar tipiye döndü. Balıkesir'e doğru yükseldikçe, yol kenarındaki kar elli santim'i geçti. Yolun üzeri de birden buza döndü.

Sıcaklık eksi beş'e dayandığında neredeyse dakika başı bir kaza görmeye başladık. Hızımızı kırk'a indirdik. Oradan otuz'a, oradan yirmi'ye diye diye bir noktada daha fazla devam edemeyeceğimizi anladık. Nazilli sıcak memleket; mevsim lastiklerinin üzerinde "ah vah" ede ede saat 12:00 sularında on kilometrelik bir konvoyun ortasında durduk.

Şu ileride ne oluyor ya?

Bir süre bekledikten sonra "Şu ileride ne oluyor ya?" sorusu ile arabaların camları açılmaya, insanlar inmeye, sormaya başladı. Durur muyuz, atladık biz de. Tipi fena bi' şey... :) Burnumuzu kulağımızı hissetmeden, dudaklarımız morararak yolun ilerisini görebileceğimiz bir yere zar zor ulaştık. Bir de ne görelim? Üzerinde bulunduğumuz rampanın altında iki TIR ve en az sekiz - dokuz otomobil birbirine girmiş. Yan yatanlar, ters duranlar, geri dönerken yolu kilitleyenler falan derken her taraf tarumar... Arabaya geri döndük.

En "ballı" kararı o anda verdim sanıyorum. Emniyet şeridine çıktım. Geri geri, kaya kaya (neticede ben de Türk'üm) bir kilometre kadar gerimizdeki Akhisarlı Kamyoncu Mustafa Tesisi'ne girdim. Tesiste hepimizden daha akıllı, ne olacağını çakmış onlarca kamyon ve tanker sürücüsü vardı.

İlk iş pompaya yanaşıp ne olur ne olmaz diye depoyu doldurduk. Sonra da zar zor bir kıyıcığa park ettik ve ayaklarımız dize kadar kar altında, toplamda yüz metre bile olmayan bir yolu paltomuzun cebine bile kar dolduran acayip bir hava altında yürüyerek tesise girdik. Böylelikle bir kısmı oturan, pek çoğu ayakta kalmış yüz'e yakın kamyoncu abinin içine dalmış olduk.

İşte benim memleketim

Şimdi, işte, tam da burada baştaki dileğim; yani memleketimin "karakteristik", güzel halleri başladı. O abiler yanlarında çocuk olan iki kadını görünce ayağa kalktılar. Kendilerince rahat edeceğimiz bir köşeye, sobaya yakın yere masa çektiler. Kendi sandalyelerini verdiler. Teşekkür edip oturduk. Kardan ıslanan ayakkabılarımızı çıkartıp sobanın yanında kuruturken tesis sahibi gelip üç çift siyah çorap bıraktı masamıza. Arkada bir yerde ufak bir şoför butiği varmış meğer. :)

Çorapları giyip biraz ısınınca aklımız başımıza geldi. Yol durumunu öğrenmek için telefondan Alo 155, Alo 159, Alo 153... Artık nereyi bulduysak aradık. Kaza yapan araçların çekilmesi ile birlikte yolun açılacağını söylediler ama tesisteki şoför arkadaşlar ters istikametteki arkadaşlarından aldıkları haberler ile bunun olmayacağını, yüz metrede bir kaza olduğunu, bu yolun saatlerce açılmayacağını söylediler.

Her kafadan bir ses çıktı. Hepsini dinledim, düşündüm ve ikinci "ballı" kararı vermek üzere tesis sahibine o doğru soruyu sordum. Az ileride "Asya Termal" diye bir tabela görmüştük. O otel buralara yakın olmalıydı..?

En iyisi yürümek

"Yakın, hatta yürüyebilirsiniz bile." dedi adam. "Aa tamam, biz bari oranın lobisinde bekleyelim, saatlerce de sürebilir bu durum, malum çocuk var" falan deyip giyinmeye başladık. Yürüyeceğiz ya; botlar giyildi, tesisteki butikten siyah şoför bereleri alındı, açtık kapıyı. Arabayı park etmemizden beri bir saat bile geçmemişti ama biz arabayı göremedik. Arkasına park ettiğim kırmızı tankeri bulunca hemen arkasındaki kar yığınının altındaki kabarık şeyin araba olduğunu çözdüm.

Sağa sola baktım, uyyy, kardan göz gözü görmüyor. Arabayı çıkarsak yol nerede; o bile gözükmüyor. Geri döndük. Dışarıda bekleyen binlerce araç... Kapıyı açan tesise giriyor. Gitgide nefes alınmaz bir kalabalık oldu. "Of, pof..." derken Google sağ olsun; tesisin telefonuna ulaştım, aradım. İlerideki benzincide kaldığımızı, müşteri olacağımızı, bizi buradan alıp alamayacaklarını sordum.

Hiç ikiletmeden, ekmek almaya çıkan araçlarının birazdan yola çıkacağını, bizi de alabileceğini söylediler. On dakika sonra minicik ama zincirli bir araç tesise yanaştı. Bulduk, bindik, otele gittik.

Durum gayet net..!

Epeyce büyük, yerel bir termal tesis... Lobi sıcacık... Resepsiyonda tatlı kızlar falan; oh, mis... Saat henüz 15:00 sularıydı ve bizden başta tesise gelen de yoktu. Üç numaralı "ballı" kararı da o an verdim. "Biz bir oda tutalım da; ne olur ne olmaz" dedim. Gayet ekonomik, temiz, sıcak bir oda tuttuk. Eşyamız falan yok, üzerimizde ne varsa o. :) Odaya şöyle bir bakıp lobiye indik. Her taraftan yol durumunu takibe çalıştık ama otelden dışarı baktığımızda bir metre önümüzü bile göremedik. Durum gayet net idi. :)

Netekim (!) hava kararmaya başlayınca teker teker düştüler. :) Tabelayı gören, arabasını yol kenarında kilitleyen herkes otele geldi diyebilirim. Yüz odalı otelde bin kişi falan oldu. Salon, balkon, toplantı salonları, çay odaları... Her yeri ama her yeri açtı personel. Zincirli araçlar Balıkesir şehir merkezine inip ekmek, çocuk maması, süt ve bez ile tıka-basa dolu halde birkaç kez gidip geldi.

Tüm lobi, bir koltukta beş kişi, tüm prizlere şarj aletleri takılı halde şuraya buraya ulaşmaya çalışanlar ile doldu. O saatten sonra durumu takmayıp "relax moda" aldık kendimizi. Sağ salim, sıcak bir yerde olduğumuz için şükrettik. Yemeğimizi yedik. Odaya çıkıp yattık.

Üçü birden çalışıyor

Elektrikli ısıtıcılar, klima, kalorifer; üçü birden çalışıyor ve kaldığımız yer termal bir tesis. Buna rağmen ancak ısındık. "Sabah ola hayrola" dedik. Sabah oldu. Pencereden dışarı baktık ilk iş. Önceki gün hiç değilse yolu ve konvoyu görüyorduk. Şimdi ise ne yol, ne konvoy, ne de diğer taraftaki benzinlik görülüyordu. Red Kit'teki Son Şans Meyhanesi durumu yani... Toplandık, lobiye indik. Akşamki manzara aynen devam...

Yüzlerce insan her yerde, otel personeli son gücüyle herkese yetmeye çalışıyor. Çaydanlıklar, semaverler, tuhaf tuhaf eklemeler ile o kadar insana kahvaltıyı eksiksiz verdiler. Bu arada gelen herkese de ücretsiz çay servisi yapıldı ki hakikaten onurlu bir durum idi.

İçeride herkes bir durum mütalaası yapıyordu. Şudur, budur falan... Dün devrilen TIR'ların tipide hiçbir şekilde çekilemediğini, ters yönlerden gelen ekiplerin her yüz metrede bir, kaza yapan araçları çekerek ilerlemeye çalıştığını ama bu işin tipi ile birleşince ilerlemediğini öğrendik. Çeşitli akıl yürütmeleri sonucunca yolun o gün de açılmayacağını anladık. Hedefimizi değiştirdik. Bandırma'ya ulaşıp oradan feribot ile İstanbul, ya da zincir bulup Balıkesir - Havran - Çanakkale yolu ile İstanbul, ya da tren ile İzmir'e dönüş...

E kimsede zincir yok..

El netice, kimsede araba için zincir falan yoktu. Tüm lastikçiler, ellerinde olan zincirleri bizim yolda kaldığımız saatlerde çoktan satmışlardı. O ihtimali eleyince "tren" dedik.

"Yavaş yavaş bir deneyelim yolu" diyecektim ama kapıdan bile çıkamayınca vazgeçtim. Balıkesir'de ne kadar taksi durağı varsa sırayla aradık. Otele zinciri olan araç rica ettik. Bir tanesinden olumlu yanıt aldık. Yirmi dakika sonra taksi geldi. Tamamen kapalı olan yoldan değil, arka köy yollarından takır takır ilerleyerek Balıkesir'e götürdü bizi araç. Saf saf 14:45'te kalkacak olan Ege Ekspresi'ne binme hayalleri kura kura tren istasyonuna ulaştık.

Gözümüzün önünde isyan çıktı..

Tren istasyonunda "düğün kalabalığı" vardı desem abartmış olmam, hatta az bile söylerim. :) Bin'den fazla bekleyen insan... Bilet falan zaten yok. Ayakta, koridorda, trenin üzerinde falan gitmeye razı; saatlerdir bekleyen öğrenciler falan derken anladık ki bu iş mümkün değil.

Bir sonraki tren saat 18:45. Onda yer var mı? Hiç yok. Biz yalvar yakar bilet almaya çalışırken istasyona ilk tren geldi. İnsanlar kavga dövüş birbirlerini eze eze trene saldırınca polis çağrıldı. Polis ekipleri herkesi trenden indirdi önce. Sonra da tek tek, sadece bileti olanlar alındı falan... Gözümüzün önünde isyan çıktı. :)

Balıkesir otogarı kilit... Havran, İstanbul, İzmir, tüm istikametler kapalı... Balıkesir'in içi İstanbul ve İzmir plakalı binlerce araç ile ağzına kadar dolu... Acayip bir durum. :) Tren garına geri girdik ve hangi trende bile varsa ona binelim dedik. Saat 03:50 treninde yer bulduk. "Her ihtimale karşı biletleri alalım, o ara yol açılırsa nasılsa döneriz, arabayı alır çıkarız" kafasındayız biz hala...

Artık tek soru var

Arkadaş; yağ Allah yağ, yağ Allah yağ... Durmadı. Gözlerim telesiyejleri aramaya başladı. Rüzgar, tipi, acayip bir hava... Bizi getiren taksici ile sürekli iletişim halindeyiz bir yandan. "Ablacığım bugün çıkamazsınız, araçları Balıkesir'e çeviriyorlar, siz iyisi mi kalacak bir yer bulun, bir saate kalmaz her yer dolar." dedi; dinledik.

Balıkesir Bengi Otel'e girdiğimizde hayattan beklentimiz iyice azaldığı için tek bir soru sorduk: Kalorifer yanıyor mu? Yanıyor. Tamamdır! 

Ayakları ısıtmak, üzerimizi kurutmak ana amaç... Çıktık odaya. Yirmi dört saat bitti, ikinci günün içindeyiz ve yanımızda hiç eşya yok. Üzerimizdekileri kurutup tekrar giydik, çıktık Balıkesir sokaklarına. Apaçi marşı ile dans eden Noel Baba ve anneler güldürdü. "Her işte bir hayır vardır, mesaj mı veriliyor bana yahu" falan dedim. :)

O ara telefondan cır cır cır herkesle mesajlaştığım için "evrenin bana verdiği mesaj"ı da mütalaa etme fırsatımız oldu. Balıkesir'de keşfedilmeyi bekleyen yöresel yiyecekler, hayırlı bir eş, höşmerim zinciri fırsatı olabilir dedi Havva. "Bence bu fırsatı kullan, höşmerim nasıl yapılıyor öğren" yazıyordu en son. Cevap şu: "Ona burada kaymaklı tatlı diyorlar. Çözeceğim!".

Unutulmaz yılbaşı..!

Uzun lafın kısası; Balıkesir esnafından alışveriş yaptık. Canı çıkan botlarımızı, üstümüzü başımızı tazeledik. Güzel mi güzel yemekler yedik. Kim nerede çay ısmarladıysa içtik. Kuaföre gidip fön bile çektirdik. Unutulmaz yılbaşına hazırladık kendimizi.

Her dakika yaptığımız yol durumu sorgulaması umut vermeyince otel odamızı eve çevirdik. Kuru yemiş, tatlı, meyve kuyruklarına girip ne varsa aldık. Odaya çıkardık. TV'yi de açıp düzeni kurduk. Çekyat, yatak, yastık, elimizde kumanda, o kanaldan o kanala... :)

Saat 21:30'u bulmadan uyumuşuz. :) 03:05'te alarmın çalması ile uyandık, indik aşağı. Tren garına yürüdük. 03:50 Ege Ekspresi'ne bindik ve tıpış tıpış geri döndük İzmir'e. İzmir'den otogar, sonra doğrudan Nazilli...

Kul kurar, kader gülermiş..

Salı sabahı 8'de köyden çıkıp Perşembe günü saat 12:30'da köye dönmüş olduk yani özetle. :) Odun sobamızı yaktık, kedilerimizi sevdik, kemiklerimiz ısınırken de uyuyakaldık. Sobamız, evimiz, kedimiz, yemeğimiz derken de aklımız başımıza geldi. Unutulmaz bir yılbaşı yaşadık. Zaten niyetimiz de buydu. :) Ha şöyle ha böyle... Trene de bindik. Beraber idik. :)

'Populus consilia inire et Deus ridet' diye Latince'ye çevrilen bir deyim var da Türkçe daha güzel: Kul kurar kader gülermiş. :) İşte aynen öyle...

Velhasılı kelam hayat çok güzel. Sürprizli. Ellerimizi bırakıp süzülmek gerekiyor galiba sadece."


Facebookta paylaş Twitterda paylaş


Bu haberleri de okumak isteyebilirsiniz :

Okuyucu yorumları
Bu habere henüz yorum girilmemiştir.
Yorum yaz